24 Kasım 2010 Çarşamba

Ampute mi veteran ligi mi bu?

Evet, soru bu. Şaka falan değil. Ciddi anlamda soruyorum: galatasaray beşiktaş derbisi ampute liginde mi veteran liginde mi? Buradan bakınca hiç de süper görünmeyen ligin olsa olsa ya ampute ya da veteran versiyonunda oynanan maçlar bunlar.

Önce Beşiktaş'tan başlayalım,
 ampute
Ekrem Dağ: Tedavisi devam ediyor. İki hafta sonra koşulara başlayacak.

Bobo: Almanya’da tedavisine devam ediliyor. 26 Kasım Cuma günü doktor Wolfhard Müller’den gelecek rapor doğrultusunda tedavisine Almanya’da mı, yoksa Türkiye’de mi devam edileceğine karar verilecek.

Nihat Kahveci: Kontrolleri yapıldı. Tedavisine devam ediliyor.

Ricardo Quaresma: Tedavisine programı doğrultusunda devam ediliyor.

Matteo Ferrari: Son kontrolleri yapıldı. Kuvvet çalışmasına başlayacak. İki hafta içinde takımla birlikte çalışabilecek.

Tomas Sivok: Tedavisine devam ediliyor.

Rüştü Reçber: Sağ dizinde ağrıları var. Tedavisine devam ediliyor. Galatasaray derbisinde oynaması zor.

Ersan Gülüm: Son kontrolleri yapıldı. Kas içinde kanaması hızla geriledi. Galatasaray maçında oynayıp oynayamayacağı cuma günü netleşecek.

Fabian Ernst: Konyaspor maçında sol üst adalesine aldığı darbe sonrası sertleşme bulunuyor. Tedavisi yapıldı. Yarın sabah yapılacak kontrolden sonra takımla çalışıp çalışamayacağı netleşecek.

Mehmet Aurelio: Konyaspor maçında sol kasığında sertleşme oldu. Tedavisi yapıldı. Yarın sabah yapılacak kontrolden sonra takımla çalışıp çalışamayacağı netleşecek.

(kaynak: fotomaç)

Şimdi de veteran

Siyah-beyazlı takımın 37 yaşındaki kalecisi Rüştü Reçber, takımın en yaşlı oyuncusu olurken, İbrahim Üzülmez 36, Yusuf Şimşek 35, Guti 34, Fatih Tekke ve Mehmet Auerilo 33'er, Ferrari, Ernst ve Nihat Kahveci 31'er, Zapotocny, Tabata, Ekrem Dağ ve Nobre 30'ar yaşlarıyla takımın diğer tecrübeli oyuncuları olarak ön plana çıktı. (kaynak, milliyet)

Galatasaray'a bakalım şimdi,
önce ampute

Arda Turan, Milan Baros, Lorik Cana, Serkan Kurtuluş, Barış Özbek, ve tabii ki Gökhan Zan

şimdi de veteran

Galatasaray'ın yaş ortalaması 27,43

Ayhan Akman 33 , Harry Kewell 32, ve takımın çoğu futbolcusu 29 yaşında örneğin Servet Çetin, Milan Baros gibi


Tabii, futbolda sakatlıklar çok olur. Oyunun doğasında var bu. Ama doğru düzgün maçlara çıkamayan bir futbolcuyu ne diye takımda tutarlar anlamam. Galatasaray'ın bu konuda büyük bir fantezisi var, misal Linderoth, misal Gökhan Zan.

Yaşlılar da oynayacaktır bu sporu. Yalnızca gençlere açık bir atraksiyon değil tabi ki ama Juan Sebastian Veron değilsen!
Hadi bağlayalım bir yere, adına süperlig dediğimiz oluşumun adını süper yapmakla kendisi de süper olmaz. Bir şey süperse onu süper yapan muhtevasıdır. Söz konusu olan ligimizde süper diyebileceğimiz ne var Sabri'den başka(!)

Kandırmaca...
Evet, büyük bir kandırmaca olarak görüyorum bütün bunları. Katıksız sevgi besleyen taraftarları kandırmaca oyunu bu süper futbol yok ki adı süper olsun!

22 Kasım 2010 Pazartesi

Esmeray - Unutama Beni

Bu dünyada belki de en hüzünlü en içten bir o kadar da ağır bir şarkıdır Esmeray'ın söylediği Unutama Beni.
Her dinleyişimde içimden bir parçayı koparıp atar.
Buyrun, Youtube hala açıkken dinlemek için ;

19 Kasım 2010 Cuma

İstanbul'a varış ve uzun yolculuk sonrası yorgunluk

Mersin'den İstanbul'a giderken sıklıkla tercih ettiğim Mersin Seyehat firmasını bir kez daha tercih ettim ve pişman değilim. Upuzun yolun 14 saatlik bir işkenceye dönüşmemesi için adamlar ellerinden geleni yaptılar. Hızı biraz düşük de olsa insanı kesecek seviyede wireless bağlantı, uydudan tv izleme fırsatı, kendi seçtikleri 4-5 filmi de izleme olanağı. Bu filmleri daha önce hiç duymamıştım ama ulusözlük'ten kimsenin bilmediği şah eser filmler kategorisinden ilham alınmış da yapılmış gibi filmlerdi bunlar.

Neyse, bayram yolculuğu tabi otobüs kalabalık; herkes teknolojiyle haşır neşir olacak diye bir şey yok, telefonu kapat yavrum diyenler eksik değildi. İyi ki de eksik değildiler; hayatın tadı tuzu onlar valla. O amcalar neneler olmasa uzun yollar nasıl geçerdi?

Bitmez gibi görülen o yolculuk bitti, 12 küsür milyon nüfuslu İstanbul'a vardık; bizi karşılayan Esenler halkı, taksiciler, abi bavulları taşıyalım mı diyenler...

Uzun zamandır binmediğim Metroya ah pardon hafif raylı metroya bindim; öğrenciliğim kalmadığından gittim bir akbil aldım Aksaray'da. Hemen berisindeki dolmuş duraklarından eve gideni buldum geldim. İlginç bir şey, akbil alıyorsun ama akbili kullanamadığın bir araçla eve geliyorsun. Mecburum çünkü Yeşilpınar'a (Alibeyköy'de) giden otobüsü beklemek zulüm. Gerçi boşa gitmez o akbiller son kuruşuna kadar harcarım.
Söylemeden edemeyeceğim, İstanbul trafiği çok kötü hakikaten desem de İstanbul'u bilmeyen görmeyen ya da İstanbul'da yaşamayan bir adam için bu laf hiç bir şey ifade etmez. Tıpkı, televizyonlardaki haber kanallarının kapı önlerinde azıcık yağan bir yağmur için İstanbul yoğun yağış altında denildiğinde diğer şehirlerin halkı tarafından ne tepki verildiği gibi. En fazla trafik için doğrudur abi o kadar insan yaşıyor orada yorumu yapılır, Emenike sezon sonu Galatasaray'a geliyormuş denip muhabbet değiştirilir.

Yolda o kadar saat uyudum ama hala yorgunum. Sanki ben sürdüm arkadaş! Şimdi o yorgunlukla akşamı bekleyeyim; anca öyle yatarım zira hiç uykum yok.

Aa, geç oldu biraz ama ucundan da olsa herkese hayırlı bayramlar.

10 Kasım 2010 Çarşamba

The Biggest Loser

The Biggest Loser yani en çok kaybeden demek.Bu bir yarışma programı. İlginç bir formata sahip, sağdan soldan şişman insanları toplayıp bunları askeri kamplardaki gibi koşturup duruyorlar. Sonuçta en çok kilo kaybeden yarışmayı kazanıyor.
Tabi 1.78 boyunda 80 kilo bir adamın ideal kilo hesaplaması ile 7 kiloluk bir fazlalığı vermesi biraz boğazından kesmesi ile aşılabilir bir sorun iken, 150 kilo civarındaki bir adamın boğazından kısması 7 kilo kaybı olarak değil daha sonrasında gittiği kısıntı nedeniyle ona sürüyle 7 kilolar olarak geri dönecektir.

Yarışmadakiler bunun bilincinde, artık daha fazla şişman olmak istemiyorlar. Tabi bunun için de biraz cesaret gerek. Yıllardır yattıkları yerden kalkmaları lazım artık.


Geçenlerde bu yarışmanın Avustralya'da çekilen bir bölümünü izledim. Yarışmaya katılanlar artık bıkmışlar bu hallerinden, ağlaya ağlaya gidiyorlar kamplarına...


İlginç bir şey, insan şişmanladıkça daha çok yemek yeme isteği duyuyor. Doğal olarak daha çok yemek yeme isteği daha az hareket etmeyi de beraberinde getiriyor. Bir döngü halinde daha az hareket daha çok yemek, bu hep böyle gidiyor...
Dikkat etmek lazım.


Ayrıca, Avustralya'da İngiliz ölçü birimleri kullanılıyor; yani kilo yerine pound. Buna göre, 63 yaşındaki amca, 80 kilo 300 gram vermiş.  Helal olsun!

6 Kasım 2010 Cumartesi

Haydiiii!!!

Dünyanın en saçma işidir arkadaş bu. Bir siteyi açıyorsun sonra biri diyor ki benim çıplak videolarım var; kapatın siteyi...
Bu mudur olay?
Site yönetimi diye bir şey var, yap şikayetini kaldırt videoyu. Tutup da bütün siteyi kapattırmanın alemi nedir?
Bu, pire için yorgan yakmak. Evet, kesinlikle bu.

Sırf youtube'a girebilmek için insanlar temel bilgisayar bilgilerini aşıp DNS değiştirmeyi öğrendi.

Yok arkadaş, sıkıldım ben bu işten.

Küfürler edip duruyorum.

Sürekli ve sürekli.

Allah aşkına bu gerekli miydi?

http://haber.gazetevatan.com/youtubea-gul-guvencesi/338447/1/Gundem

Yasaklı zihniyete karşıyız deniyor; ee hani?

Asil-vekil hipotezindeki gibi, vekiller ellerini taşın altına koymaktan çekiniyorlar, başka da bir şey değil.

4 Kasım 2010 Perşembe

Media Markt çılgınlığı yoksa hurafe mi?

Dün gece 1'e geliyordu saat ve ben dükkanı daha yeni kapatıyordum. Babamdan bir haber geldi, sabah erken kalk sıraya gireceğiz: Media Markt PS3'ü 550 TL yapmış. Alarmı kurdum sabah 7'ye, eve gelir gelmez attım kendimi yatağa ama aksilik işte, uyku gelmedi. Yatağın içinde dön dön saat 2'ye geliyordu uyuyup kalmadan önce saate baktığımda. Zaten sabah, alarmı en az 3 defa erteletmişim. 6:45'te çalan alarm 7'de uyandırdı beni.

Neyse, çıktım evden; babam benden önce sırada bekliyor. Ben oraya vardığımda saat 7:30'du ve saydım babam 51'inciydi. Kim bilir bu adamlar saat kaçta geldi?

Avrupalı aklı mı yoksa Türk işi mi bilemiyorum bu kuyrukta bekleyenlere firma çay, poğaça ikram ediyor. Dikkatimi çekti, Media Markt'ın anlaştığı firmanın adı Yousuff adında bir patiseri. Bildiğin Yusuf bu dedim adama ne diye alengirli şeyler peşinden koştunuz dedim; dikkat çekiyor abi dedi. Haklıydı.

Sonra aklıma geldi, sıradayken neden yaşananları kameraya almıyorum diye. Hep, televizyonlarda görüyoruz, yok Black Friday yok Apple I-bilmem ne diye. Ben de isterem dedim başladım kayda,

ama mekana girince supervizor dedikleri tecrübeli ya da baştaki küçük adamlar tarafından durduruldk; görüntü almak yasak! Sanki, müze orası?

Ucuz ürün almak için sırada birbirini ezen o vahşi kalabalığı görmek istedim ama gayet uysal bir kitle vardı karşımda. Onları kızıştırmak için bağıran elemanlara bile ayak uydurmadılar. O olmazsa başkası olur deyip hiç saldırmadılar. Konuştuklarım öyle diyorlardı. Keşke onların görüntüsünü alabilseydim. Media Markt çılgını yoksa bir hurafe mi dedim içimden, o kadar. Sakin bir gündü aslında.
Bu arada, herkes bir adet alabiliyor aldığını üründen. Örneğin, ucuzluk olan bir LCD ekran tv'den eşime dostuma alayım dersen olmuyor, vermiyorlar. Bir tane alın diyor adamlar.