2 Aralık 2010 Perşembe

kane & lynch 2 dog days

Bir efsane oyun daha!

Şangay'ın çeşitli yerlerinde takılan ikili, başlarına gelen aksiliklerden kurtulma derdinde olan iki özgürlük savaşçısı(!)
İkisi de çeşitli suçlardan hüküm giymiş psikopat.
Birinin kız arkadaşı kaçırılıyor biri kızına ulaşma derdinde.
Daha ilk dakikadan itibaren başları dertte.
Yapmadığımız şey yok.

Tabi GTA tarzında değil. Görev dışı şeylerle uğraşma yok. Lakin uzun görevler ve uğraştıcı işler oyunu zorlaştırıyor.
Ha, kalitesinden ödün vermiyor ama.

Açıkçası oynarken sıkılmadım.
Çok uzun bir sürede de bitmedi ama zaman zaman çoğu oyunlarda olduğu gibi şuraya git buraya gel tarzında bir işaretlendirme olmadığı için hangi kapı varsa hepsini tek tek denemek zorunda kalabiliyorsunuz.

Biraz spoiler gibi olacak ama söylemeden edemeyeceğim. Hakikaten çok sağlam bölümleri var.
Misal, çete elemanlarına yakalanınca çırılçıplak soyulup işkenceye maruz kalma ve oradan o şekilde kaçmak,
Polis helikopterini kaçırıp polis office (müdürlük diyelim) baskını yapma ki koca gökdeleni tarama nasıl bir zevkse!


Bir kaç can sıkıcı ayrıntısı da yok değil tabi.
Daha önce de dediğim gibi yön belirtici bir işaret yok. Bazen nereye gideceğinizi göremiyebiliyorsunuz.
Diğer taraftan uzun uzun sinematik videolar izlemek zorundayız ki son 1-2 yıldır bu konuda çok şikayetçiyim.
Oyunun net bir görüntüsü yok. Yani Blur teknolojisi ciddi anlamda mutasyona uğramış bir şekilde karşımızda ve bu bazılarında oyunun oynanabilirliği açısından iyiyken bazılarında kötü. Bence iyi ama bir başkası sevmeyebilir.

Toparlayalım, aksiyon filmi gibi bir film. İzlemeyen pardon oynamayan neler kaçırdığını bilemez!

Kiss - I was made for loving you









Do, do, do, do, do, do, do, do, do
Do, do, do, do, do, do, do
Do, do, do, do, do, do, do, do, do
Do, do, do, do, do, do, do

Tonight I wanna give it all to you
In the darkness
There's so much I wanna do
And tonight I wanna lay it at your feet
'Cause girl, I was made for you
And girl, you were made for me

I was made for lovin' you baby
You were made for lovin' me
And I can't get enough of you baby
Can you get enough of me

Tonight I wanna see it in your eyes
Feel the magic
There's something that drives me wild
And tonight we're gonna make it all come true
'Cause girl, you were made for me
And girl I was made for you

I was made for lovin' you baby
You were made for lovin' me
And I can't get enough of you baby
Can you get enough of me

I was made for lovin' you baby
You were made for lovin' me
And I can give it all to you baby
Can you give it all to me

Oh, can't get enough, oh, oh
I can't get enough, oh, oh
I can't get enough
Yeah, ha

Do, do, do, do, do, do, do, do, do
Do, do, do, do, do, do, do
Do, do, do, do, do, do, do, do, do
Do, do, do, do, do, do, do

I was made for lovin' you baby
You were made for lovin' me
And I can't get enough of you baby
Can you get enough of me

Oh, I was made, you were made
I can't get enough
No, I can't get enough

I was made for lovin' you baby
You were made for lovin' me
And I can't get enough of you baby
Can you get enough of me

I was made for lovin' you baby
You were made for lovin' me
And I can give it all to you baby

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ampute mi veteran ligi mi bu?

Evet, soru bu. Şaka falan değil. Ciddi anlamda soruyorum: galatasaray beşiktaş derbisi ampute liginde mi veteran liginde mi? Buradan bakınca hiç de süper görünmeyen ligin olsa olsa ya ampute ya da veteran versiyonunda oynanan maçlar bunlar.

Önce Beşiktaş'tan başlayalım,
 ampute
Ekrem Dağ: Tedavisi devam ediyor. İki hafta sonra koşulara başlayacak.

Bobo: Almanya’da tedavisine devam ediliyor. 26 Kasım Cuma günü doktor Wolfhard Müller’den gelecek rapor doğrultusunda tedavisine Almanya’da mı, yoksa Türkiye’de mi devam edileceğine karar verilecek.

Nihat Kahveci: Kontrolleri yapıldı. Tedavisine devam ediliyor.

Ricardo Quaresma: Tedavisine programı doğrultusunda devam ediliyor.

Matteo Ferrari: Son kontrolleri yapıldı. Kuvvet çalışmasına başlayacak. İki hafta içinde takımla birlikte çalışabilecek.

Tomas Sivok: Tedavisine devam ediliyor.

Rüştü Reçber: Sağ dizinde ağrıları var. Tedavisine devam ediliyor. Galatasaray derbisinde oynaması zor.

Ersan Gülüm: Son kontrolleri yapıldı. Kas içinde kanaması hızla geriledi. Galatasaray maçında oynayıp oynayamayacağı cuma günü netleşecek.

Fabian Ernst: Konyaspor maçında sol üst adalesine aldığı darbe sonrası sertleşme bulunuyor. Tedavisi yapıldı. Yarın sabah yapılacak kontrolden sonra takımla çalışıp çalışamayacağı netleşecek.

Mehmet Aurelio: Konyaspor maçında sol kasığında sertleşme oldu. Tedavisi yapıldı. Yarın sabah yapılacak kontrolden sonra takımla çalışıp çalışamayacağı netleşecek.

(kaynak: fotomaç)

Şimdi de veteran

Siyah-beyazlı takımın 37 yaşındaki kalecisi Rüştü Reçber, takımın en yaşlı oyuncusu olurken, İbrahim Üzülmez 36, Yusuf Şimşek 35, Guti 34, Fatih Tekke ve Mehmet Auerilo 33'er, Ferrari, Ernst ve Nihat Kahveci 31'er, Zapotocny, Tabata, Ekrem Dağ ve Nobre 30'ar yaşlarıyla takımın diğer tecrübeli oyuncuları olarak ön plana çıktı. (kaynak, milliyet)

Galatasaray'a bakalım şimdi,
önce ampute

Arda Turan, Milan Baros, Lorik Cana, Serkan Kurtuluş, Barış Özbek, ve tabii ki Gökhan Zan

şimdi de veteran

Galatasaray'ın yaş ortalaması 27,43

Ayhan Akman 33 , Harry Kewell 32, ve takımın çoğu futbolcusu 29 yaşında örneğin Servet Çetin, Milan Baros gibi


Tabii, futbolda sakatlıklar çok olur. Oyunun doğasında var bu. Ama doğru düzgün maçlara çıkamayan bir futbolcuyu ne diye takımda tutarlar anlamam. Galatasaray'ın bu konuda büyük bir fantezisi var, misal Linderoth, misal Gökhan Zan.

Yaşlılar da oynayacaktır bu sporu. Yalnızca gençlere açık bir atraksiyon değil tabi ki ama Juan Sebastian Veron değilsen!
Hadi bağlayalım bir yere, adına süperlig dediğimiz oluşumun adını süper yapmakla kendisi de süper olmaz. Bir şey süperse onu süper yapan muhtevasıdır. Söz konusu olan ligimizde süper diyebileceğimiz ne var Sabri'den başka(!)

Kandırmaca...
Evet, büyük bir kandırmaca olarak görüyorum bütün bunları. Katıksız sevgi besleyen taraftarları kandırmaca oyunu bu süper futbol yok ki adı süper olsun!

22 Kasım 2010 Pazartesi

Esmeray - Unutama Beni

Bu dünyada belki de en hüzünlü en içten bir o kadar da ağır bir şarkıdır Esmeray'ın söylediği Unutama Beni.
Her dinleyişimde içimden bir parçayı koparıp atar.
Buyrun, Youtube hala açıkken dinlemek için ;

19 Kasım 2010 Cuma

İstanbul'a varış ve uzun yolculuk sonrası yorgunluk

Mersin'den İstanbul'a giderken sıklıkla tercih ettiğim Mersin Seyehat firmasını bir kez daha tercih ettim ve pişman değilim. Upuzun yolun 14 saatlik bir işkenceye dönüşmemesi için adamlar ellerinden geleni yaptılar. Hızı biraz düşük de olsa insanı kesecek seviyede wireless bağlantı, uydudan tv izleme fırsatı, kendi seçtikleri 4-5 filmi de izleme olanağı. Bu filmleri daha önce hiç duymamıştım ama ulusözlük'ten kimsenin bilmediği şah eser filmler kategorisinden ilham alınmış da yapılmış gibi filmlerdi bunlar.

Neyse, bayram yolculuğu tabi otobüs kalabalık; herkes teknolojiyle haşır neşir olacak diye bir şey yok, telefonu kapat yavrum diyenler eksik değildi. İyi ki de eksik değildiler; hayatın tadı tuzu onlar valla. O amcalar neneler olmasa uzun yollar nasıl geçerdi?

Bitmez gibi görülen o yolculuk bitti, 12 küsür milyon nüfuslu İstanbul'a vardık; bizi karşılayan Esenler halkı, taksiciler, abi bavulları taşıyalım mı diyenler...

Uzun zamandır binmediğim Metroya ah pardon hafif raylı metroya bindim; öğrenciliğim kalmadığından gittim bir akbil aldım Aksaray'da. Hemen berisindeki dolmuş duraklarından eve gideni buldum geldim. İlginç bir şey, akbil alıyorsun ama akbili kullanamadığın bir araçla eve geliyorsun. Mecburum çünkü Yeşilpınar'a (Alibeyköy'de) giden otobüsü beklemek zulüm. Gerçi boşa gitmez o akbiller son kuruşuna kadar harcarım.
Söylemeden edemeyeceğim, İstanbul trafiği çok kötü hakikaten desem de İstanbul'u bilmeyen görmeyen ya da İstanbul'da yaşamayan bir adam için bu laf hiç bir şey ifade etmez. Tıpkı, televizyonlardaki haber kanallarının kapı önlerinde azıcık yağan bir yağmur için İstanbul yoğun yağış altında denildiğinde diğer şehirlerin halkı tarafından ne tepki verildiği gibi. En fazla trafik için doğrudur abi o kadar insan yaşıyor orada yorumu yapılır, Emenike sezon sonu Galatasaray'a geliyormuş denip muhabbet değiştirilir.

Yolda o kadar saat uyudum ama hala yorgunum. Sanki ben sürdüm arkadaş! Şimdi o yorgunlukla akşamı bekleyeyim; anca öyle yatarım zira hiç uykum yok.

Aa, geç oldu biraz ama ucundan da olsa herkese hayırlı bayramlar.

10 Kasım 2010 Çarşamba

The Biggest Loser

The Biggest Loser yani en çok kaybeden demek.Bu bir yarışma programı. İlginç bir formata sahip, sağdan soldan şişman insanları toplayıp bunları askeri kamplardaki gibi koşturup duruyorlar. Sonuçta en çok kilo kaybeden yarışmayı kazanıyor.
Tabi 1.78 boyunda 80 kilo bir adamın ideal kilo hesaplaması ile 7 kiloluk bir fazlalığı vermesi biraz boğazından kesmesi ile aşılabilir bir sorun iken, 150 kilo civarındaki bir adamın boğazından kısması 7 kilo kaybı olarak değil daha sonrasında gittiği kısıntı nedeniyle ona sürüyle 7 kilolar olarak geri dönecektir.

Yarışmadakiler bunun bilincinde, artık daha fazla şişman olmak istemiyorlar. Tabi bunun için de biraz cesaret gerek. Yıllardır yattıkları yerden kalkmaları lazım artık.


Geçenlerde bu yarışmanın Avustralya'da çekilen bir bölümünü izledim. Yarışmaya katılanlar artık bıkmışlar bu hallerinden, ağlaya ağlaya gidiyorlar kamplarına...


İlginç bir şey, insan şişmanladıkça daha çok yemek yeme isteği duyuyor. Doğal olarak daha çok yemek yeme isteği daha az hareket etmeyi de beraberinde getiriyor. Bir döngü halinde daha az hareket daha çok yemek, bu hep böyle gidiyor...
Dikkat etmek lazım.


Ayrıca, Avustralya'da İngiliz ölçü birimleri kullanılıyor; yani kilo yerine pound. Buna göre, 63 yaşındaki amca, 80 kilo 300 gram vermiş.  Helal olsun!

6 Kasım 2010 Cumartesi

Haydiiii!!!

Dünyanın en saçma işidir arkadaş bu. Bir siteyi açıyorsun sonra biri diyor ki benim çıplak videolarım var; kapatın siteyi...
Bu mudur olay?
Site yönetimi diye bir şey var, yap şikayetini kaldırt videoyu. Tutup da bütün siteyi kapattırmanın alemi nedir?
Bu, pire için yorgan yakmak. Evet, kesinlikle bu.

Sırf youtube'a girebilmek için insanlar temel bilgisayar bilgilerini aşıp DNS değiştirmeyi öğrendi.

Yok arkadaş, sıkıldım ben bu işten.

Küfürler edip duruyorum.

Sürekli ve sürekli.

Allah aşkına bu gerekli miydi?

http://haber.gazetevatan.com/youtubea-gul-guvencesi/338447/1/Gundem

Yasaklı zihniyete karşıyız deniyor; ee hani?

Asil-vekil hipotezindeki gibi, vekiller ellerini taşın altına koymaktan çekiniyorlar, başka da bir şey değil.

4 Kasım 2010 Perşembe

Media Markt çılgınlığı yoksa hurafe mi?

Dün gece 1'e geliyordu saat ve ben dükkanı daha yeni kapatıyordum. Babamdan bir haber geldi, sabah erken kalk sıraya gireceğiz: Media Markt PS3'ü 550 TL yapmış. Alarmı kurdum sabah 7'ye, eve gelir gelmez attım kendimi yatağa ama aksilik işte, uyku gelmedi. Yatağın içinde dön dön saat 2'ye geliyordu uyuyup kalmadan önce saate baktığımda. Zaten sabah, alarmı en az 3 defa erteletmişim. 6:45'te çalan alarm 7'de uyandırdı beni.

Neyse, çıktım evden; babam benden önce sırada bekliyor. Ben oraya vardığımda saat 7:30'du ve saydım babam 51'inciydi. Kim bilir bu adamlar saat kaçta geldi?

Avrupalı aklı mı yoksa Türk işi mi bilemiyorum bu kuyrukta bekleyenlere firma çay, poğaça ikram ediyor. Dikkatimi çekti, Media Markt'ın anlaştığı firmanın adı Yousuff adında bir patiseri. Bildiğin Yusuf bu dedim adama ne diye alengirli şeyler peşinden koştunuz dedim; dikkat çekiyor abi dedi. Haklıydı.

Sonra aklıma geldi, sıradayken neden yaşananları kameraya almıyorum diye. Hep, televizyonlarda görüyoruz, yok Black Friday yok Apple I-bilmem ne diye. Ben de isterem dedim başladım kayda,

ama mekana girince supervizor dedikleri tecrübeli ya da baştaki küçük adamlar tarafından durduruldk; görüntü almak yasak! Sanki, müze orası?

Ucuz ürün almak için sırada birbirini ezen o vahşi kalabalığı görmek istedim ama gayet uysal bir kitle vardı karşımda. Onları kızıştırmak için bağıran elemanlara bile ayak uydurmadılar. O olmazsa başkası olur deyip hiç saldırmadılar. Konuştuklarım öyle diyorlardı. Keşke onların görüntüsünü alabilseydim. Media Markt çılgını yoksa bir hurafe mi dedim içimden, o kadar. Sakin bir gündü aslında.
Bu arada, herkes bir adet alabiliyor aldığını üründen. Örneğin, ucuzluk olan bir LCD ekran tv'den eşime dostuma alayım dersen olmuyor, vermiyorlar. Bir tane alın diyor adamlar.

29 Ekim 2010 Cuma

Futbolda Boateng istilası

İlk olarak Fm 2008'de, Tottenham Hotspur'u yönetirken dikkatimi çekmişti Kevin-Price Boateng. Daha sonraları kendisi hakkında ufak bir araştırma yapıp kardeşi Jerome Boateg'i öğrenmiştim. O zamanlar ikisininde profili düşüktü ve büyük bir takıma alınabilecek olduklarını sanmıyordum. Daha sonraları geliştirdi bu ikili kendini. Kevin-Price Boateng 1987 Berlin doğumlu. Kardeşi ise 1988 Berlin. Ama aralarındaki fark, değişik pozisyonlarda oynamalarından çok farklı ülkeleri temsil etmelerinden kaynaklanıyor. Hoş ikisi de iyi paralar kazanıp büyük liglerde boy gösteriyorlar ama biri Alman, diğeri Ganalı futbolcu konumunda.

Bir de şöyle bir durum var, iki kardeş milli takımlara çağrıldıklarında ne anneyi ne de babayı kırmışlar. Biri anne kuzusu biri de baba hayranı belki de.

Diğer taraftan benim dikkatimi çeken önemli bir şeyse, Dünya futbolunda ne kadar çok Boateng varmış arkadaş!



28 Ekim 2010 Perşembe

Pep'izm?

Frank Rijkaard'ın Galatasaray'dan gidişi ile Barcelona'dan gidişi arasında bir takım benzerlikler bulmuştum. Daha önceki yazımda da bunu belirtmiştim.
Bu konuda tam anlamıyla birebir örtüşme olmasa da ciddi bir benzerlik olduğunu söyleyebilirim. Pep geldiğinde Barça'da, Frank Rijkaard'ın kaldırdığı bir çok şeyi geri getirmişti. Bunların başında, maç öncesi kamp, maç sonrası takım otobüsüyle antreman sahasına geri dönme (Florya'ya değil de eve gidiyorlardı) gibi kritik ama Frank'in de kendince haklı olduğu kurallardı bunlar. Rijkaard'a göre, maç öncesi kamp yapıldığında futbolcu uyumuyor, PS oynuyor, telefonla konuşuyor ertesi güne de verimsiz oluyordu. Bu bir bahane miydi? Hala bilmiyorum.

Pep ise gelir gelmez, takım otobüsünü baş tacı etmiş, kamp yapmayı geri getirmiş, takım yemeklerine ayrıca önem vermiş.Hatta, üst üste dört galibiyet alınırsa takıma en pahalı yerlerde yemek ısmarlayacağı vaadinde bulunmuş ve de vaadi gerçekleştirmiş. Futbolcuların, uyku düzenlerinden tutun da yedikleri her şeye karışan bir hocaydı o. Deco, Ronaldinho gibi süper yıldızları takımdan gönderebilen bir adam.

Gelelim Hagi'ye, henüz kimseyi göndermedi. Kimseyi kadro dışı bırakmadı. Ama geldiği ilk günden beri Pep'in uyguladığı kuralları uyguluyor. Pep kuralları değil ama Hagi kuralları adı altında da hiç bir yere yansıdığı da yok. Tip olarak Fatih Terim tarzında olmadıklarından mıdır nedir, medyada kendileri hakkında "sert hoca" yakıştırması yok. Diğer taraftan, Bülent Abi; Pep vs Bülent Korkmaz diyordu. Ben değiştirdim; Pep vs Hagi.

Bir Zaytung Haberi

Kasımpaşaspor, Sırasıyla Güvenç Kurtar, Samet Aybaba, Hikmet Karaman, Ziya Doğan ve Tekrar Yılmaz Vural Dönemine Hazırlanıyor

 

 

Ligin başlaması ile beraber üst üste başarısız sonuçlar alan Kasımpaşaspor'da teknik heyet ile ilgili spekülasyonlar artmaya devam ederken, kulübe yakın kaynaklardan gelen bilgiler yönetimin büyük bir operasyon hazırlığında olduğunu gösteriyor. Yerel bir gazete olan Kasımpaşa Ekspres'in haberine göre; Yılmaz Vural ile yollarını ayırmaya hazırlanan Kasımpaşaspor'da teknik direktörlük koltuğuna sezon sonuna kadar sırasıyla Güvenç Kurtar, Samet Aybaba, Hikmet Karaman, Ziya Doğan ve en son tekrar Yılmaz Vural oturtulacak. 


                                                                 *             *            *

Seviyorum Zaytung'u güzel tespitler yapıyorlar. İlk başlarda "Onion" okumayı tercih ediyordum. Zaytung zamanla kendini geliştirdi ve güzelleşti.
http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=52727

27 Ekim 2010 Çarşamba

Az kaldı

Stadın adı ne olursa olsun; içinde oynayacak olanlara bakmak lazım. Zaten İnönü Stadında daha önce Galatasaray da oynuyordu. Bu stadı daha az Beşiktaş'lı mı yapıyordu?
Aslantepe, Seyrantepe, Türk Telekom Arena, Yeni Ali Sami Yen vs. vs... Çok da önemli değil ne ismi olduğu. Stada baktığımda "bizim" diyebilmeli bir Galatasaray'lı. Yeşeren çimleri görünce hadi çabuk yeşertin sahaya çıkmak istiyorum demeli. Tribünlerde oturup hangi tezahüratı söyleyeceğini şimdiden hayal etmeli bir Galatasaray'lı.




Stat bitmedi, yok rötar yaptı, yok yüklenici firmanın sahibi boşandı gibi şeylerle üzüldük durduk hep. Ama geçti artık, en yakın zamanda stada ayak basmak, her koltuğuna ayrı ayrı oturup ayrı ayrı heyecan yaşamak istiyorum.






Bütün bunlar bir kenarda dursun, genellikle tavanı tam olarak açılıp kapanmayan(ki bizimki öyle olacaktı en başında ama çok daha uzun sürer diye yapmadılar) statlarda çimlerin güneşlenme ve hava almasında sorunlar yaşanıyordu. Özellikle, arena tarzındaki stadyumlarda bu sorun vardı. Şimdi bizimki de bir arena ama tribünlerin hemen üstlerinde rüzgar alması için geniş boşluklar bırakılmış. Umarım, ilerde çimlerle ilgili bir sorun çıkmaz. Biliyorum ki, abuk sabuk bir maçın yenilgisine fatura çimlere kesilecektir bir gün!

26 Ekim 2010 Salı

Win 7' ye geçmek

Bilgisayarla tanışmam, Win 95 ileydi. Daha sonra 98 geldiğinde heyecanlanmıştım. Şimdilerde bir çocuğa 98 geldiği için heyecanlandım desem güler. Ama bilmez ki o zamanlarda bizim için büyük bir şeydi bu. Xp,  Nt, 2000 falan derken, Vista ve Win 7 çıktı karşımıza. Vista geliyor dendiğinde "98 geliyor" etkisi yapamamıştı bende. O zamanlarda şimdiki gibi sneak peak gösterme de yoktu. Tek hatırladığım, 95'ten daha hızlı çalışıyor manasında takla atan bir kadın. Sanırım o zamanların bir reklam filmi gibi bir şeydi.




Evet, sonunda beklenen ama kimseye söylenmeyen son geldi. Xp resmen öldürüldü. İllegal olarak piyasada var olur yine diye düşünüyorum ama bir zaman sonra da "illegal" olması bir şeyi değiştirmeyecek. Çünkü yeni model oyunlar geliyor ve bu oyunları oynatabilmek için Win 7 yüklenmeli. Directx 11 ile çalışan yeni model oyunların 2011'de gelmesi bekleniyor. Haliyle yeni oyunları oynamak için eskisine hoşçakal demek gerek.

Biraz zor olacak ama alışmıştık be!

Andy Warhol esintileri ya da pop art

İnternette (ilk zamanlardaki deyimiyle) "surf" yaparken rastladım bir siteye,
Britanya menşeili bu site, favori yıldızların pop art çalışmasını yapıyor, boyut belirleyip sipariş veriyorsunuz, hazır oluyor. Yalnız, film yıldızları falan değil herşey var. Hatta insanlar kendi fotoğraflarını göndermişler, "pop art" eyleyin diye.



İyi her şey hoş da, o fiyatlar ne öyle? Yüzlerce "pound" bayılmaya gerek yok, yabancı hayranlığına da! Bizim reklamcılar ne diye duruyor? Kendi fotoğrafımı koyar, bastırırım en güzelinden. 65 pound (150 TL eder bu) vermeye ne gerek? Yarı fiyatına en kralını basarlar burada.




Bu arada Andy Warhol gibi bir adam popülaritenin bu kadar çok önem kazanacağını biliyor muydu?

25 Ekim 2010 Pazartesi

Eskilerden bir parça

Fazla söze gerek yok. Bilen bilir, Joe Cocker'dan Unchain my heart!

Kadıköy dönüşü

10 yıldır Galatasaray, Kadıköy'de Fenerbahçe'yi yenemiyor; gol üstüne gol yiyip yiyip geliyordu. Bu sefer yemedi. Üstelik ilk dakikalardan itibaren Araplara satılan Keita'nın yedeği bile olamaz dediğimiz adam, sert şutlar atmış 3 net pozisyon bulmuştu.Tabi ki büyük bir başarı değil bu. Dışardan bakanlar için sade bir beraberlik aslında. Ama Galatasaray'ın içinden bakınca öyle değil. Mehteran takımı gibi 2 ileri 1 geri giden dengesizleşen takım; teknik direktörünü değiştirmiş, hazırlık maçı bile yapamadan Spor Toto Süper Lig'de herkesin heyecanla sonucunu beklediği maça çıkmış ve bundan beraberlik almış.

Pino, Gökhan Gönül, Lucas Neill ve Sabri(!) maçta dikkatimi çekenler oldu.
Kanat oyuncusu olarak herhangi bir Anadolu takımın kanat oyuncusuyla mukayese hatta ikame edilebilir dediğimiz kişi, benim gibi bir çok kişiyi yanıltmıştır. Forvet olarak oynadığında daha tehlikeliydi.
Gökhan Gönül ise, Fenerbahçe'nin sahip olduğu en iyi adamlardandır. Gönülden oynuyor. İstikrarını koruması da cabası.
Lucas Neill ise, yaptığı sert savunma nedeniyle iki sartı ve de kırmızıyı hak etmişti. Yalnız Niang'ı savunmayı da yerinde yaptı. Lugano'dan bahsetmezsek olmaz; sarıdan sonra hakeme kafa atacak durumu gelmesi, rakip oyuncuları sakatlarcasına faüller yapması ( bunu sadece Galatasaray maçında değil her maçta yapıyor) nedeniyle her maç ayrı kırmızısı var.

Misimovic'i, az çok tanıyoruz. Ama maçta varlığını hissedemedik. Pas hataları Sabri'yi arattı.
Üstelik oyundan çıkınca yerine gelecek adam yoktu. Saç baş yolduran 'Modern Apaçi' Galatasaray'a reva mı?
Sabri, ise tek kelimeyle daha fazla gelişmez. Bu kadar. Hızı var, durumunu kurtarıyor. Maç içindeki durumu ise bambaşka bir şey. Topu dağlara taşlara atmasına alıştım da sürekli geriye dönmesine alışamadım. Önündeki adama pas verse atak gelişecek, gidiyor kaleciye dönüyor. Uyuz oluyorum. Sırf onun bu geri dönmeleri nedeniyle oyun düşüyor, zaman kaybı yaşanıyor.

Galatasaray, malum. Hoca değiştirdi. Rijkaard'ın gitmesine sebebiyet veren kişiler ise bu maçta deliler gibi oynadı.Maske falan da hikaye! Yalnız, bu maçta takımı yöneten Hagi değil Tugay Kerimoğlu'ydu. Hagi'nin geldiği günden beri takımı tanıyacak, Fenerbahçe'yi analiz edecek bir zamanı yoktu.Hagi, hoca olarak ikinci kez Galatasaray'a dönene kadar kurduğu futbol akedemisinin başındaydı.
Academia De Fotbal Gheorghe Hagi
 
  Kısıtlı bir zaman diliminde, ona konuları 'özet geçen' Tugay, antremana çıktığında kimin ne olduğunu bir anda anlayabilecek bir Hagi; elindekileri iyi değerlendirdi. Maç esnasında da Tugay'ın elindeki defterde bir maç planı vardı. Onu oyunculara anlatıyordu. Planı kimin yaptığı belli değilse de, anlayabildiğim kadarıyla ortak bir çalışmaydı. Hagi de Tugay da biliyordu. Hagi, ver bakayım ne yazıyor tarzında bir bakış bile atmadı. Bu birlikte çalışılmış bir taktikti.

Maç bitti, yankıları da yakında biter. Teknik ekip, zor işi halleti gibi görünse de asıl zor şimdi başlıyor. Bu yaşanılanlar sadece, teknik ekibe biraz daha zaman biraz daha kredi sağladı.
Florya'daki futbolcular bir takım haline gelecek mi? Birbirleriyle uyum içinde çalışacaklar mı? Özlemini çektiğimiz güzel ve hücüm futbolu geri dönecek mi?

24 Ekim 2010 Pazar

Rijkaard - Hagi - Servet

Frank Rijkaard, küme düşen takımın başından dünya devi Barcelona'ya getirildiğinde büyük yaygara kopmuştu. José Mourinho, onun için futbolculuk kariyene bir şey diyemem ama teknik direktörlük kariyeri koca bir hiç demişti.Aradan zaman geçti, Frank Rijkaard, Barcelona taraftarının aklındaki soru işaretlerini aldı, yerine bir başkalarını koydu. Sistem oturtmada sürekli sorun yaşadı. Yalnız sorunlarla boğuşurken, yeni yıldızlar kazandırdı takıma. Edgar Davids Barça'ya onun zamanında gelmişti. Messi, onun zamanında çıktı. Giovanni Dos Santos'u ilk defa o zamanlar duyduk.

Frank Rijkaard, klasik 4-3-3 de denedi takımına 4-2-3-1 de. Bir türlü tam olarak istediğini yapamadı. Ama bunlar olurken, total futbol devrimi yapma derdinde değildi. Zaten yapılmış bir şeyi sürdürülebilir yapma derdindeydi.



Barça'da 2 La Liga, Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu ve 1 Süper kupa kazanan Frank, takımdaki son zamanlarında bazı futbolcularla sorun yaşamıştı. Ronaldinho bu sorun yaşanılan futbolcuların başında geliyordu.
Ayrıca takım o kadar çok bireysel yıldızlardan kuruluydu ki, her bir oyuncu ayrı ayrı röportaj veriyor, reklam çekimlerine gidiyordu. Zaten kampa karşı olan Rijkaard, takıma doğru düzgün antreman yaptıramıyordu.

Frank Rijkaard gitti. Eski futbolcuları, Pep Guardiola takımın başına geçtiğinde Ronaldinho, Deco takımdan gönderilmişti. Ronaldinho, Milan'a, Deco, Chelsea'ye...
Takımdaki kangrenler kesip atılmış, yeni iskelet genç oyuncular üzerine kurulmuştu. Pep geldiğinde, takım sezonda 6 da 6 yaptı.


Frank, 1 sene teknik direktörlük yapmadı. Daha uzun bir süre de kafa dinlemek istediğini söylüyordu. Gelen tekliflere hangi klüpten gelirse gelsin, nazikçe reddediyordu. Bir gün, uzun saçlı bir adam ne yaptı ne etti Frank Rijkaard'ı ikna etti.

Haberi Türkiye'ye geldiğinde Galatasaray camiası bayram içindeydi. Türk taraftarlar Galatasaray artık Barcelona olur diyorlardı. Oldu, ama umdukları gibi değil.

Tarih tekerrürden ibaret derler ya, ha işte; Frank'i istifa ettiren Ronaldinho; reenkarnasyona uğramış adı Servet olmuştu. O gidince yerine klübün içinden biri Pep gelmişti. Şimdi Galatasaray'ın başına klubün içinden biri geldi Hagi.

Merakla bekleniyor lig arası. Hagi takımdan kangren dediklerimizi kesip atacak mıydı?
Galatasaray gerçekten Barcelona olacak mıydı?